TUT Kİ!


Bir sabah açtığında gözlerini,

Tut ki, doğmamış güneş pencerende,

Ve tut ki, yalnızsın yine.

Ne yanında bir sarışın,

Ne de bir dost diğer odada.

Bir gecelik gözyaşların kurumuş,

Kararmışlar yastığında

Ve güç bela kalkmışsın

Ağrıyan kemiklerine inat.

Yorganın, çarşafın buruşuk,

Zoraki terk ettiğin umutlar gibi.


Ve tut ki, çaresizlik var yüzünde,

Şaşırmışsın ne yapacağını,

Koşmuşsun sağa, sola.

Dağlarda coşup çağlayan,

Denizde sakinleşen nehirler gibi.


Gülmüş, ağlamış, susmuşsun,

Beethoven, Mendelson'la coşmuş,

Yorgun ve yılgın yüreğin.

Ve tükürmüşsün insanlığın yüzüne.


Bir şarkı mırıldanmışsın özlemle,

Umursamadan anlaşılmamış aşklarını.

Yahut bir şiir yazmışsın,

Yüreğinden köpürmüş, taşmış mısralar,

Sıra sıra dizilmiş kağıda.


Yine de anlamamışlar seni,

Bir isyan bayrağı açıp,

Lanet etmişsin her şeye.

Alıp götürmüşler seni,

Bilmediğin bir yere.


Ve tut ki, idam sehpasındasın,

Az sonra olacaklara değil,

Temiz boğazını kirleten

İpin yağına küfretmişsin.


Derken açılmış altında kapak,

İlk defa dayanağın olmuş,

Beş para etmez dünyada.

Kararmış gözlerin aniden,

Sararmış gülümseyen yüzün.

Son bulmuş içinde fırtınalar,

Son bulmuş düşüncende boralar.


Bütün sahtekarlıklara ve insanlara,

Başından fazla fikirlerini

Taşıyamayıp kırılan boynunun,

Sessizlik bozan çatırtısıyla.


Ve tut ki, ölmüşsün bir şafak vakti,

Ağaran tanyerlerinin kızılında.

Ve tut ki, ölmüşsün yurdunun özlemiyle,

Ve tut ki, hiç kimse duymamış.

Ne çıkar...

Özkan Leblebici

(1992)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar