BEDEL
Atlas okyanusunun kıyılarında dalgalar
Kuzey yarıkürenin sonbaharını haykırıyor.
Cennetten hallice bir koyda lüks bir yat,
Demirlemiş kıyıya yakın, dönüyor radarı,
İçinde dünyanın görmediği bir hayat.
Güvertesinde kara gözlükleriyle gülen,
Biraz göbekli adamın elinde telefonu,
Etrafında hizmetçiler izliyor onu.
Yudumluyor bir yandan viskisini,
Kadın yanından geçiyor kırıtarak,
Dönüyor radarı gölgesi suda yatın,
Bulutlu mavilikleri biteviye yırtarak.
Bir muktedir diğer ucunda telefonun,
Yapıyor pazarlığını kanlı bir sonun.
Yanında dalkavukları el pençe divan,
Pazarlık uzun, pazarlık derin,
Canını okuyacak bir fakir memleketin.
Kırık dökük evleriyle bir sokak,
Çocuklar koşturuyor peşinde topun,
Neşeli ve mutlu çığlıklar atarak.
Ne dünya dertleri ne de sonbahar,
Yırtık ayakkabı, yamalı pantolon,
Maçı kazanmaktan öte ne var?
Kerpiçten bir evin önünde kadınlar,
Örgüleri örüp, çocukları seyrediyorlar.
Arada dönüp yanına dedikodu yapıyorlar.
Hepsinin ortak kaygısı, kaynayan tencere,
Bir de kışın üşümeseler daha ne isterler,
Ama nasıl olacak naylon çekilmiş pencere?
Derken sanki parçalanıyor gökyüzü,
Yağmur beklerken sonbahar akşamında,
Ölüm yağıyor sokaklara dalga dalga.
Kaçışan çocukların çığlıkları yaylıyor,
Ama neşeden değil korkudan duyuluyor.
Bağrışmalar, kan, toz ve gözyaşı,
Karışıyor ambulansların siren sesine.
Muktedir mutlu, işini (!) yapmış olmaktan,
Mutlu silah tüccarı, kolay ve çok kazanmaktan,
Bedeli, isimsiz ölüler, sanki fışkıran topraktan.
Hangi inanç, hangi politika kazançtır oysa,
Küçük bir çocuğun cansız bedeni üzerinde.
Ahı olacak toza bulanmış yarım şekerin,
Küçük bisiklet üzerinde yamuk tekerin,
Çamurlu küçük ayakkabılar üzerindeki kanın,
Ahı olacak bir hiç uğruna ölen bunca canın.
Okyanuslar kusacak kirli pazarlıkları,
İnsanlık öğrenecek yeniden insan olmayı,
Dini, milliyeti ne olursa olsun,
Öğrenecek çocuklara çocuk demeyi,
Ve öğrenecek kahrolası dünya,
Ekmeğini onlarla paylaşıp yemeyi.
Özkan Leblebici
Yorumlar
Yorum Gönder