ATATÜRK BULVARI'NDA KASIM Atatürk Bulvarı'nda ağaçlar Kasım'da yapraklarını döküyor. Düşen yaprakların nemli damarları Yansıtıyor araçlardan gelen ışıkları. Kaldırımda birbirinden habersiz, Sessiz, binlerce hüzün yürüyor. Çökmüş omuzlarda yük ağır, Çığlık çığlığa haykırışlar var Kentin sokakları duymuyor, sağır. Okunuyor acısı yaşanmamış hayatların, Çökmüş yanaklardaki derin çukurlarda. Atatürk Bulvarı'nda aylardan Kasım Acelesi varmış gibi sanki Bulvarın. Her kararsız adımda duyguların ağırlığı, Bir başka biniyor yorgun omuzlara, Ve binlerce hüzün kaldırımlarda. Yanından kaç kişi geçti bilmeden, Başı önünde, düşünceli, merak etmeden, Yürüyor her birinin hikayesi ardı sıra. Binlerce yürümeye direnen hüzün, Yürüyor Kasım'da Atatürk Bulvarı'nda...
Kayıtlar
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
KÖŞE KAPMACA Eksilirken, kum saatinin Üst kabındaki kum tanesiydik. Zaman içiyordu çocukluğumuzu. Çocukluğumuz yaşanmamışçasına Elimizden kayıp gidiyordu. İmkansız sevdalar zamanıydı, Aheste çekilen kürekler, Dalgaların mehtaba ulaşmayan Garip yankıları gibi mahzun. Işığın soluk yüzü çaresiz, Razı oluyordu kaderine sessiz. Zor sevdanın körpe meyvesini Birlikte tattık gün batımında. Damaklarımızda tadı kalan, Sevgisiz bağların buruk şarabı. Uzak olmak mıydı mesele, Sevgi ve hüznü paylaşırken? Kıyısında kaldığımız toprak mı, Bizi birbirimizden koparan? Halen düşünür dururum, Bu anlamsız oyunda, Kimdi köşeyi kapan?
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
KANA DOYMUYOR TOPRAK Kana doymuyordu toprak, Asırlardır içtiği yetmemiş gibi, İçtikçe içiyordu kana kana, Ama yetmiyordu bir türlü. Kurak yazın çatlattığı tarlaların, Hazan yağmurlarına özlemiydi bu. Koyu kırmızı çamurlar her yerde, Yine de çare olmuyordu hiçbir derde. Bir türlü doymuyordu kana toprak, Yeni kurbanlar istiyor ve alıyordu, Her istediğini hayattan kopararak. Fabrika dumanları arasında adımlar, Yorgun, bitkin, uykusuz ve kaygılı. Pıhtılaşmış birikintilerin yanından, Görmezden gelerek yürüyordu saygılı. Biliyordu her biri, birikinti olacağını, Biliyordu içten içe korkarak biraz, Bilmezden gelip yürüyordu sessizce. Artık hissedilmiyordu en belirgin araz. Yürüyordu yorgun adımlar ağır ağır, Ölüyordu meme emmeden bebek, Görmeyenler kör, duyması gereken sağır. Doymak bilmiyordu kapkara gölgeler, Doymayanların kanını içiyor, kusuyordu, Ve toprak, bir şekilde istediğini alıyordu. Kimse bilmiyordu yaşamın ne olduğunu, Bilmiyordu gözlerin neden dolduğunu. Bir dramın soyl...
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
BEDEL Atlas okyanusunun kıyılarında dalgalar Kuzey yarıkürenin sonbaharını haykırıyor. Cennetten hallice bir koyda lüks bir yat, Demirlemiş kıyıya yakın, dönüyor radarı, İçinde dünyanın görmediği bir hayat. Güvertesinde kara gözlükleriyle gülen, Biraz göbekli adamın elinde telefonu, Etrafında hizmetçiler izliyor onu. Yudumluyor bir yandan viskisini, Kadın yanından geçiyor kırıtarak, Dönüyor radarı gölgesi suda yatın, Bulutlu mavilikleri biteviye yırtarak. Bir muktedir diğer ucunda telefonun, Yapıyor pazarlığını kanlı bir sonun. Yanında dalkavukları el pençe divan, Pazarlık uzun, pazarlık derin, Canını okuyacak bir fakir memleketin. Kırık dökük evleriyle bir sokak, Çocuklar koşturuyor peşinde topun, Neşeli ve mutlu çığlıklar atarak. Ne dünya dertleri ne de sonbahar, Yırtık ayakkabı, yamalı pantolon, Maçı kazanmaktan öte ne var? Kerpiçten bir evin önünde kadınlar, Örgüleri örüp, çocukları seyrediyorlar. Arada dönüp yanına dedikodu yapıyorlar. Hepsinin ortak kaygısı...
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
UĞUR BÖCEĞİ Bir Eylül sabahı penceremde, Serin yaprakların dans ettiği, En küçük hayatların uyandığı, Bir sabah telaşı yaşanıyor. Pencere önünde saksı ve çiçek, Üzerinde küçük kırmızı bir böcek, Çıkarıyor beni zaman yolculuğuna. O an ne düşünürüm kim bilecek? Çocuksu çığlıkların akşam coşkusu, Çiçekler arasında özenle aranıp bulunan Uğur böcekleriyle artıyor tekrardan. Kulaklarımızdan silinmeyen bir ezginin, Taş duvarlar arasında belirsiz yankısı; "Uç uç böceğim, Annen sana terlik, pabuç alacak" Kahkahalar ve bağırışlarla akıyor hayat. Yine hayalleri yıkılmış aynı adamım, Dudaklarımdan dökülen yarım sözüm, Bir de yüzümde biraz tebessüm. Sonra yine çöküyor karanlık, Soğuk Ankara akşamında. Sonbahar rüzgarında sallanan yapraklar, Sanki tekrar ediyor aynı tekerlemeyi; "Uç uç böceğim, Annen sana terlik, pabuç alacak" Biraz kandırılmışlık hissi içimde, Hayaller ve beklentiler ayrı biçimde. Aldatılmış bir uğur böceği gibiyim, Beyhude kanat çırpıp geceye, Kaybolup düşüyor...
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
KAN KAYBEDİYORDU RENKLER Kan kaybediyordu bütün renkler, Sızıp gidiyordu ışık her birinden. Yaşanmıyordu acısı ayrılıkların, Ne kadar hissedilse de derinden. Silinip gidiyordu tutkulu anılar, Geride sadece biraz hüzün, Fincanın dibinde telve gibi, Çöküyordu insanın yüreğine. Kaçıp kurtulmak istese kendinden, Fazla uzaklaşamıyordu kimse. Ya yakalıyordu hemen korkular, Ya sahiplik koşuyordu peşinden. Kan kaybediyordu renkler, Kendisi değildi artık hiçbiri, Kırmızı, kırmızı değildi, Ne de ırmak, aynı ırmak. Değişiyordu sular daima, Irmağı birbirine katarak. Mevsim kış, belki hazandı, Renklerden geriye kalan, Bütün renklerini kaybetmiş, Boşuna yaşayan bir insandı… Özkan Leblebici
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
YAVAŞ YAVAŞ ÖLÜYOR İNSAN Yavaş yavaş ölüyor insan Kanı çekilir gibi donuyor, Zamanla bitkin düşüyor. Yoruluyor başkası olmaktan, Yavaş yavaş ölüyor insan. Yaşananların tadı damakta, Ama türlü acılar da var hayatta. İlk aşkı dururken hafızada, Yaşanıyor yenilerin acıları, Yavaş yavaş ölüyor sonra. An geliyor, ağırlaşan acılar, Bilindik bir tat bırakıyor dilde. Gönüllü bir kayıtsızlık oluyor, Yapacak şey olmasa da elde. Yavaş yavaş ölüyor insan. Kimi zaman yanlış yerde, Belki yanlış zamanda oluyor. Kimse denk gelmiyor anlayana, Anlaşılmak da anlaşılmıyor, Yavaş yavaş ölüyor insan. İçini burkan vicdansızlıklar, Umursanmaz oluyor bir anda. Haksızlıklara takılmıyor artık, Gençliğinde kavga ettiği kadar. Yavaş yavaş ölüyor insan. Her şeye ama her şeye alışıyor, Sanki bu hayat makinesinin, Dişlisi gibi kusursuz çalışıyor. Alıştığı ne varsa hayatta, Yavaş yavaş öldürüyor onu. Ve yavaş yavaş ölüyor insan... Özkan Leblebici